Kendimi bildim bileli “Burada ne işimiz var?” sorusu aklımı kurcalayıp durur. Varlık nedenimizi bulmaya ve içinde yaşadığımız dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışırım. Gördüklerimizin ötesinde nasıl bir işleyiş var? Bir plan veya kader denen birşey var mı, yoksa herşey raslantı sonucu mu oluşuyor? diye düşünürüm. Bu konuya kafayı takınca, cevap bulmanıza yardım edecek kitaplar, insanlar, seminerler çıkageliyor. “Tesadüf yoktur” sözü, herşeyin ardında, bizim bilemediğimiz sebepler olduğu fikrini doğruluyor. Bir süre her bulunduğum yer, her karşıma çıkan insan için farklı anlamlar yüklemeye başladığımı farkettim. İşaretlere bakıp hemen anlayabilirim ümidiyle olayları yorumlamaya çalıştım ama bazı şeylerin henüz gelişmekte olan idrakim için fazla karmaşık olabileceğini gördüm. Yani oradan kestirme varabileceğiniz bir yer yok, söyleyeyim. Bir sürü lüzumsuz insan için gereksiz kafa yormuş olmanın yorgunluğuyla, sonunda yine kendinizle başbaşa kalıyorsunuz. Bazı sırlar öyle gelişi güzel kendini açık etmiyor.

Şimdilerde, tasavvuf yolunda öğrendiğim bir cümle daha anlamlı gözlemler yapmama yardım ediyor. “Tesadüf yoktur, tevafuk vardır”. İç dünyamızda kurguladığımız birtakım duygu ve düşünceleri, bir süre sonra dış dünyamızda insanlar ve olaylar yardımıyla deneyimlemeye, daha doğrusu seyretmeye başlıyoruz. Bu yolculukta size refakat eden bir rehberiniz varsa, bunların farkındalığına daha kolay varıyorsunuz. “İçte ne oluyorsa, dışta da o oluyor”. Farkındalıkla bu dünyadaki seyrimizi sürdürebilmek önemli. Yoksa gün güne benziyor. İnsan da insana. Fark yaratan; bizim bilincimiz ve yükselen farkındalığımız. Ancak o zaman başka bir dünyaya bakabilme şansımız oluyor.
Manevi arayışlarımın daha en başlarında, “Dünyaya defalarca gelip gitme, yani reenkarnasyon var mı?” sorusuna çok takılmıştım. Bazı Yeni Çağ öğretilerinde reenkarnasyondan ve başka hayatlar yaşadığımızdan bahsediliyordu. Ben de bir önceki hayatımda kim olduğumu çok merak ediyordum. Çünkü bu konuda konuşan herkes, kendisinin daha önceki hayatında prenses, kral,tüccar veya zengin soylu olarak yaşamlar sürmüş olduğunu anlatıyordu. Niye ise kimse de çıkıp “Ben önceki hayatımda hırsızdım, fakirdim, aşağılanıyordum” demiyordu. Galiba hep iyi anılar saklanıyordu ruhun kayıtlarında! Sonra Hintlilerin bu konuya çok vurgu yapmış olduklarını farkettim. Hindistan gerçeğine baktığımda, reenkarnasyon; açlık, sefalet, kast sistemi gibi olumsuzluklar içinde yaşayan kalabalıklara söylenmiş koca bir yalandan ibaret gibi gelmeye başladı. Tüm o olumsuz koşullara katlanabilmeleri için, daha iyi bir yaşamın kendilerini beklediği fikrine tutunmak zorundalar, diye düşündüm. Dolayısıyla bu inancın bir yerinde, tam olarak aklıma yatmayan birşeyler olduğunu farkettim. Allah’ın adaletine inanıyordum. Engelli doğan biri, açlıkla mücadele eden biri veya daha bebekken ölmüş biriyle aynı şeyleri deneyimlemediğim gerçeğinden yola çıkarak, verilmiş veya verilecek başka fırsatlar olmalı diye düşünüyordum bir yandan. Dolayısıyla belki de tam olarak anlatılamayan, belki kısıtlı algılamalarımızla henüz çözemediğimiz bir sistem içinde eşit fırsatlar yakalayabiliyorduk.

Tüm bu karışık zihin ve duygu durum içinde, hep istediğim ve zaman içinde sıklıkla sözlere döktüğüm dileğim şuydu: “Umarım bu son olur”. Dünyaya gelip, tekrar tekrar insan olarak bedenlenip, yeni durumlar ve ortamlarda, farklı kişilerle yaşadığımız yeni mevzular bizlere deneyimletiliyorsa, ben artık gelip gitmek istemiyorum. Madde dünyasından gerçek anlamda çok sıkıldım. Bazı günler bedenimi taşımaktan çok yoruluyorum. Bazen yere düşürdüğüm kalem için bile yerçekimi ile zıtlaşıyorum. Bazen baktığım her yüzde aynı ifadeyi görüyorum. Bazı günler de, hiç bilmediğim kalabalık ortamlarda, herkesi daha önce görmüş olduğum fikrine kapılıyorum. Bir konferans salonu dolusu insanla, tek tek daha önceden karşılaşmış olmam imkansız, öyle değil mi? Demek ki gördüğüm yüzler artık bana yeterli gelmiş.Varoluş bilmecesinin insan olarak hangi safhasındayım bilmiyorum ama umuyorum ki, bedenli bir varlık olarak buraya daha birçok kez gelip gitmem gerekmiyordur. En azından bu madde boyutundaki yolculuk bitsin istiyorum. Yoksa varoluş bir sonsuzluk. Yaşam asla yok olmayacak. Olmayan bir şey varsa, o da; benim… Bilincimin ne seviyeye gelmesi gerekiyor bilmiyorum ama artık boyut atlamak için ne gerekiyorsa yapmak istiyorum. Okulu bitirmem için daha kaç ders almam gerekiyorsa, zor da olsa, hepsini alıp artık bu okuldan mezun olmak istiyorum. Çok uzamış bir eğitim süreci gibi gelmeye başladı bana. Artık neyi bulmam, neyi idrak etmem ve daha ne yaşamam gerekiyorsa, mümkünse hepsini hızlandırılmış bir kursla, kısa sürede tamamlamak lazım, diyor içimdeki ses.
Bu dünyada kalmamı gerekli kılan tek duygu; yakınlarıma olan bağlılığım.. Bunun da bir yanılsamadan ibaret olduğunu biliyorum ve bu yüzden bir bağımlılığa dönüşmemesi için dikkat ediyorum. Birilerine gönülden bağlanmazsan, hayata tutunmak çok zor. Özellikle de bir evlat yetiştiriyor olmak, insanı sistem içinde tutan en önemli unsur. Ben de oğlumun iyi yetişmiş, mutlu, ayakları üzerinde duran, kimseye muhtaç olmayan olmayan, faydalı bir insan olduğunu görmek istiyorum. Önce kendini seven, sonra ailesini, yaşamını sevgiyle kucaklayan, insanlığa hayırlı bir birey olmasını diliyorum. Sağlıklı düşünen ve hisseden tüm anneler, babalar gibi…Ama bazen filmi hızlı çekimle ilerletmek, bundan sonra olup bitecekleri önceden izlemek ve herşeyin yolunda gittiğini görmek istiyorum, yani zamanı ileriye sarmak istiyorum. Mesela oğlumun 40 yaşında mutlu bir adam olduğunu görebilmek için, bugün 70 yaşında olmaya razıyım. Neresinden baksanız uzunca bir yaşanmamış süreç olacak ama umurumda değil. Biliyorum, bunlar olmayacak şeyler..Hatta aklımın pek de başımda olmadığını düşündüren sözler…Bir an için hissettiklerim bunlar. Yaşamın tüm anlarına ve zamanlarına yayılmış, depresif bir duygu değil neyse ki. Sadece olası bir gelecekte boyut atlamak için nasıl yanıp tutuştuğumu anlatmak istiyorum. Merak etmeyin, gayet iyiyim, kendimdeyim…

Geçiş Bilgeliği Seminerleri’nde sevgili hocamız Işık Yazan, bilgeliğe giden yolu anlatırken beni bu konuda umutlandırdı. “Bu seminere gelmiş olduğunuza göre , artık az kalmış” dedi. Kendisinin anlattıklarına göre insan, “Ben varım” derken, yüksek teknolojili bir film seyrediyor. Senaryo belli, değiştiremezsin. Kendini farklı deneyimlerde seyrederek bilincini yükseltebilirsin. Bu arada kaybettiğin coşku, sevinç, mutluluk, aşk, vecd gibi duyguları yeniden bulmak senin görevin. Yani bu senaryo içinde bilincini ve sevincini yükseltmelisin. Ve bu süreçte belki de 700-800 film izliyorsun kendinle ilgili. Bir film bitiyor, bir diğeri başlıyor. Giderek film kültürün artıyor ve bir yerinde insan olmanın amacını farketmeye başlıyorsun. Sonlara doğru biri çıkıp “Film bitti. Uyan artık!” diyor. İşte o zaman geliş amacını tam olarak kavramış ve sevgiyi gerçek anlamıyla hissetmiş oluyorsun. Bir başka boyuta geçmeye hak kazanıyorsun. Bu arada sen bir beden değil, bir bilinçsin. Bu anlamda da hiçbir zaman bedenlenmedin, yani ne enkarne oldun, ne de reenkarne. Bedene sahip olduğun yanılsamasıydı sana bunu düşündüren. Bu konudaki açıklamaları bu şekliyle bırakacağım. Çok geniş kapsamlı bir çalışmanın hakkını verebilmek için, otuz dört hafta boyunca bilgelik yolunu bir keşfe dönüştürecek şekilde yürümeli ve kendi kazanımlarınızı kendiniz yazmalısınız. Böyle bir bilgeliğe geçiş deneyimini herkes kendi yaşamalı ve idrakinin aldığı kadarıyla özümsemeli.
Kısa sürede varoluş gibi çok boyutlu ve aklın sınırlarının ötesinde devasa büyüklüğe sahip olan bir meseleyi hazmedip anlamak mümkün değil. Bize bilgi olarak aktarılanları, çok yönlü işleyen bir sistemden geçirerek ve bunun için gerçek anlamda çabalayarak belli bir anlayışa varabiliriz. Hem duygularımız, hem düşüncelerimiz bazen aynı anda işlem yapıyor gibi geliyor ve kimin öne geçeceği belli değil hissine kapılıyor insan. Düşünceler duyguları tetiklese de, çıkan sonuç şaşırtıcı olabiliyor. Zihin bizi bu gerçeklikte , dünyada tutmaya çalışırken, ruh dediğimiz asıl varlığımız farklı boyutlarla iletişim içinde. İçsel çatışmalarımızın olması çok doğal. Zihin ve ego programı, bizi düşüncede tutmaya çalışırken, bilinç farklı boyutlara çıkabileceğimiz hissiyle bizi başka bir akışa götürmek istiyor. Yani daha basit anlamıyla, varlığımız “Hadi kalk gidelim” derken, zihin “Otur nereye gidiyorsun, daha yapılacak çok iş var” diyor. Evet, daha yapılacak çok iş var. Asıl amacımızın para kazanmak, daha iyi evde yaşamak, statü sahibi olmak, iktidarda olmak, başkalarına üstünlük kurmak olmadığının farkındalığıyla yapılması gereken daha çok işimiz var. Tabii ki işlerimizi aksatmayacağız, çalışıp para kazanacağız. Daha iyi yerlere gelmeye çabalayacağız. Çocuklarımızı en iyi şekilde yetiştirmek için didineceğiz. Ama bir taraftan da bilincimizin daha başka planları olduğunu hep hatırlayacağız.
Aslında hepimiz belli bilgilerin yönlendirmesiyle varoluşumuzla ilgili gerçekliğe ulaşmaya çalışıyoruz. Kimimiz aileden aldığımız dini bilgiler ve bunların uygulamalarıyla, kimimiz bilimin ışığında somut bilgilerle, kimimiz daha fazla yoğunlaşmak ihtiyacında felsefe, psikoloji gibi disiplinlerin yöntemleriyle, kimimiz Yeni Dünya manevi arayışlarının önermesiyle, kimimiz de Tasavvuf gibi yüzyıllara yayılmış bilgeliklerin ışığında yol almaya ve kendi gerçekliğimize ulaşmaya çalışıyoruz. Bunların çoğunlukla birbirlerini beslediği, bazen de tam tersine birbirleriyle çeliştiği noktalar var. Eğer benim gibi, Hakikat denen, görünenin ötesindeki gerçekliğe ulaşmak için büyük bir açlık duyuyorsanız, bir değil iki-üç kanaldan beslenmeye çalışabilir, bir yandan kendinizi anlamaya uğraşırken, diğer yandan evrensel bir insanlık bilgisinin peşine düşmüş olabilirsiniz. Birden fazla yol takip etmek bazen riskli olabilir. Birbiriyle çelişen bilgiler nedeniyle, kendinizi pusulası bozulmuş bir yelkenli gibi farklı yönlerden esen rüzgarlar arasında yol alamaz halde de bulabilirsiniz. Hangi rüzgar daha güçlü ise bir süre oraya meyledebilir, bu arada asıl rotanızdan uzaklaşmış olabilirsiniz. Ama bu da; hayatınızın zorlu sınavları içinde önceden tasarlanmış bir süreç olabilir. Kimbilir?. Sabırla ne olup bittiğini anlamaya çalışmalı, gelen bilgiyi bir süre teffekkür etmeli ve bu esnada gerçek varlığınızın yeni bilgileri nasıl karşıladığını anlamaya çalışmalısınız. Yani bir tür hazmetme süreci yaşamalı ve ruhunuzun bunları kabul edip etmediğini anlamaya çalışmalısınız. Bilinç boyutundaki asıl varlığımız, kaynakla sürekli bağlantıda olduğu için neyin doğru olup olmadığını biliyor. Bizler yalnizca bedenden ibaret varlıklar değiliz. Varoluşumuzu kapsayan bilinçtir asıl bizi ayakta tutan. Farkediştir bizi insan haline getiren. Farkediş olmadığı anda, beden bir tür kum torbasına dönüşebilir. Bilinç ile bağlantısı kesilen beden, “ben” duygusunu yitireceğinden, yaşam denen yolculuk sonlanmış olur ki, zaten ona beyin ölümü diyoruz. Ama unutmamalı ki; bizi yaşamda tutan şey kalptir. Kalp attığı sürece farketsek de farketmesek de hayat devam eder. Zihnin kalabalığından kurtulmuş bir farkediş, kalbe yöneldiğinde, işte orada mucizevi bir ilişki başlar ki, onu aklın ürettiği kelimelerle değil ancak kalpten gelen yoğun bir anlayışla kavramak mümkün olabilir.

Ölümsüz olmaya çalışan insan, aslında idrakten ibaret. Ben de idrakimi geliştirebilmek ve kendi çapımda “ölümsüz”! olabilmek için bana bahşedilmiş olan iletişim yeteneğimi kullanmaya çalışan bir faniyim. Yıllar boyu dünya işlerini televizyondan haber bülteni formatında izleyiciye aktarmış olan ben, şimdi bir yandan “Bırakın bu işleri” derken, bir yandan da bu dünyada iletişim denen şeyi daha iyi kullanabilmeleri için insanlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Biraz çelişkili görünüyor değil mi?.. Yukarıda yazdıklarım, manevi yolculukta yön arayanlar için küçük tavsiyeler niteliğinde. Yolculuğumda bana kılavuzluk eden tüm öğretmenlerime kalpten sıcacık bir teşekkür borcum var. Yolumda ışık oldukları için müteşekkirim.
Yolculuk herkese, yetenekleri, nasibi ve isteğine göre “KİŞİYE ÖZEL” olarak tasarlanıyor. Dolayısıyla şu veya bu yoldan gideceksiniz demek doğru değil. Sadece bu yolda uyanık olmanızı tavsiye edebilirim, yanlış yönlendirmeler zaman kaybettirebilir, farklı yollara saptırabilir.. Bu nedenle yüreğinizin sesini dinlemeniz tavsiye edilir.. Bundan sonraki önermelerim gayet ayakları yere basar biçimde olacak.. Duygu ve düşünceleri ile bu dünya okulunda bir süre daha öğrenci olarak kalacaklara, hem kendileri ile, hem çevrelendikleri toplum ile, hem de üzerinde yaşadıkları dünya ile daha iyi anlaşabilmeleri için tavsiyeler niteliğinde görülmeli.. İşte bu yüzden bitmek bilmeyen bir şevkle anlatıyorum dilim döndüğünce, “HAYATLA İLETİŞİM”i…

Bu yazıları oluştururken önce seminerlerimde anlattığım şekli ile iletişim üzerinden hayat sorgulamalarını farklı başlıklar altında küçük dersler olarak anlatmak istemiştim. Sonra bu bilgileri dinlemek isteyenlerin seminerlerime katılabileceğini düşündüm. Bir eğitim süreci içinde bunları “Yüz yüzeyken konuşuruz” dedim. Sahi öyle bir müzik grubu var. Grubun adını öyle koymuşlar, çok hoşuma gitti, yaratıcılıklarını gönülden kutluyorum. Konuyu saptırdım biraz… Kendimin hayatla nasıl iletişim kurduğumu anlatan kısa günlük yazılarımı ve farklı ruh hallerinde hayatı nasıl algıladığımı anlatmak daha doğru olur gibi geldi. Bir deli cesareti geldi anlayacağınız. Yani bir öğretmen edasıyla size iletişimi anlatmak yerine, bir gün hayattan geçer not alan, bir gün “Otur yerine, sıfır! “ diye azarlanan öğrencinin güncesini paylaşmayı tercih ediyorum an itibariyle. Dürüstlüğümü ve cesaretimi takdir ettiyseniz, bundan sonrasında iniş-çıkışlı bir hayat seyrine birlikte bakabiliriz… İyi seyirler..