Hayatı yönlendirmek konusunda biraz fazla kasıyoruz, öyle değil mi? Herşeyi kendimizin idare ettiği yanılsaması, zihnin bizi kandırma biçimi. Herşeyi planlayıp, kusursuzca işleyen bir programı yaratan ve tüm hayatı şekillendiren kendimiziz, öyle değil mi? Hayatın bizim için başka planları olabileceği gerçeği, hiç düşünmek istemediğimiz bir olasılık. Elimizdekilerin kendi kazanımlarımız olduğunu düşünüp böbürlenmekten geliyor bu güven. Aslında pek de öyle değil…

Yaradılış söylendiği gibi, bir “an”da olup bittiyse, bizler yazılmış bir senaryonun bize ait kısımlarını oynamakla yükümlü oyunculardan başka birşey olmayabiliriz. Düşünsenize yaradılışı. Nasıl yaratıldığınızı… Mesela şöyle olabilir mi? Sizi tasarlayan Yaradan, size neden ihtiyaç duyduğunu düşünmüş..Ona göre bir hikaye yazmış, başı-sonu belli. Nerelerde önemli kararlar almış gibi yapıp öne çıkacağınız belli. Sonunda ne olacağınız da kararlaştırılmış.. Kimlerle karşılaşıp sonunuzu nasıl hazırlayacağınız da önceden ayarlanmış.

Siz bu hikayede “esas kız” veya “esas oğlan” olabilirsiniz, farketmez. Sizin hikayenizden bahsettiğimiz için, tabii ki siz başroldesiniz. Ama söylemek istediğim şu; senaryo yazıldı, yazan ve yöneten aynı kişi ve onun sözünden çıkamazsınız. Aralarda seyirciyi heyecanlandıracak ve hikayeye renk katacak karar anları, önemli seçimler çıkıyor karşınıza. Çok zorlandığınız kararlar alıyorsunuz belki. Hayatınızın aşkıyla karşılaştığınıza inanıp büyük bir istekle giriyorsunuz bir ilişkiye. Zaman geçip de dönüp baktığınızda “Bunu niye yaptım?” diye soruyorsunuz kendinize. “Etrafımda o kadar insan varken neden onu seçtim?” diye soruyorsunuz. “Şimdi olsa yapmazdım!” diyorsunuz belki de. Haklısınız…Belki de seçme şansınız yoktu. İşte bunu söylemek istiyorum…

Ya bütün seçimlerimiz, daha önceden yazılmış senaryonun bir parçası ise? Ya bizim için öngörülmüş finali hazırlayacak seçimler önceden belirlenmişse? Hala orada durup “Hayır, ben herşeye muktedirim” diyebiliyor musunuz?

Bu dünyaya gelirken “Ben olmak” ile ilgili hiçbir seçimim olmadıysa, diğer seçimler niye bana bırakılmış olsun ki? Bana verilen pakette, herşey benim dışımda bir belirleyici tarafından ayarlanmış biçimde önüme kondu. Türkiye’de doğdum. Kadın olmak benim kararım değildi. Ankara’da geleneksel değerleri olan ama modern yaşayış tarzında bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Benden altı yaş büyük bir ağabeyim vardı. Pek çoklarına göre iyi sayılacak bir eğitim aldım. Bir kolejde okudum, arkasından üniversiteye gittim. Daha üniversitede okurken, medya sektörüne girip çalışmaya başladım. Sonra hiç aklıma gelmeyen bir şekilde, nasıl geliştiğini anlayamadığım biçimde  “pat” diye bir gün televizyona çıktım ve hiç tasarlamamış olduğum bir mesleğin içinde buldum kendimi. Özel hayatımda ilişkiler konusu hep sorunlu oldu. Üç evlilik yaptım. Bir oğlum oldu. İşte hayatım…

Seçemediğim özelliklerim arasında nasıl göründüğüm de var. Başkalarının güzel bulduğu bir kız oldum. Bundan mutluydum doğruyu söylemek gerekirse.  Açık renk tenli, yeşil gözlü, gür saçlı, orta boylu bir kadın olarak yaşamak benim tercihim değildi. Kendim seçebilseydim, kesinlikle daha uzun boylu biri olmak isterdim. Hayatım boyunca pek kilo problemi yaşamadım. Yaş ilerledikçe iş değişiyor ama olsun. Önemli bir sağlık sorunum olmadı. Daha çok duygusal yönden tedaviye ihtiyacım oldu. Hayal kırıklıklarım, yalnızlıklarım, kırılganlıklarım çok oldu. Dışarıya belli etmemeye çalışsam da şimdi anlıyorum ki, pek de gizleyememişim..

Tüm bu önüme konan koşulların bende uyandırdığı tek bir soru oldu… “ Neden?”…

Bitmek bilmeyen “Neden?” soruları arasında hep sıkışıp kaldım. “Neden buradayız?” “Neden mutlu değilim?” “Allah neden beni duymuyor?” “Neden istediğim gibi olmuyor?” “Neden başaramıyorum?” “Neden daha iyisi gelmiyor?”… Sonu gelmeyen “Neden?” cümleleri…

Bu “neden”ler beni manevi bir arayışa sürükledi. Kendimi nerede aramam gerektiğini aslında bilmiyordum. Spiritüel gelişim kitaplarına çekildim. Henüz 16-17 yaşındaydım. Önceleri Shirley Mc Laine’in yazdığı kitapları, Carlos Castaneda gibi spiritüel deneyimlerini anlatan yazarların kitaplarını okuyordum. Sonra “Tanrı ile Sohbet” serisi çıktı karşıma. Tanrı ile sohbet edebilme fikri hoşuma gitti. Küçükken Allah’ı kızdırma oyunum vardı. Önce Allah’a kötü bir yakıştırma yapar, sonra da defalarca “Tövbe Allah’ım, tövbe, n’olur” diye yalvarırdım. “Allah’ı kızdırırsam ne olur?” diye merak ettiğim için mi bilmiyorum. Çocuk aklımla, kendimce bir ilişki kurmaya çalışıyordum belki de. Kabul ediyorum, pek iyi bir yöntem değil ama en azından iletişim kurmaya çalışıyordum. Belki bu yüzden, bir gün kitapçıya gidip karşıma “Tanri ile Sohbet” adında bir kitap çıkınca, Allah ile birinin sohbet edebilmiş olma ihtimali inanılmaz çarpıcı geldi bana. Kitap, gerçek anlamda bir sohbetten oluşuyordu. Sorular ve cevaplar.. Soluksuz okuduğum gibi, çevremde bu diyaloğa girebilme ihtimaline açık bulduğum kişilere de tavsiye etmeye başladım. Kitabı, bazılarına hediye etmek için satın alıyordum. Sonra farkettim ki; kitap onu anlayabilecek olana gidiyor. Bazılarına vermek için yanımda dolaştırdığım halde, bir türlü denk gelmiyordu. Sonra bir bakıyordum ki, hiç hesapta yokken başkasına gidiyor. O zaman anladım, bazı bilgilerin hazır olan kişiye açık hale geldiğini. Ve buradan kendimce bir çıkarımla, kitapçılarda “kısmetimi” arar hale geldim. Okumam gereken kitaplar bir şekilde karşıma çıkıyordu. “Tanrı İle Sohbet” serisi bu şekilde tamamlanıp, “Tanrı ile Dostluk”a dönüştü ve oradan açılan yol şükür ki hiç kapanmadı. Giderek benim için eğlenceli bir oyuna dönüştü. Hala aynı yöntemi uyguluyorum. Hayatımın önemli zamanlarına denk gelen, yol gösterici kitaplar hep bu şekilde karşıma çıktı ve çıkmaya devam ediyor.

Manevi arayışım yalnızca kitaplarla sınırlı kalmadı. Seminerler, terapiler, birtakım şifa uygulamalarına bizzat katıldım. Ve gördüm ki; aslında hapsedilmiş duygularım, tıkanıklıklarım var, ifade edemediğim duygular beni boğuyor. Transandantal Meditasyon ile başlayan çözüm arayışları, Reiki 1-2 Uygulamaları, Zen Terapileri, Şamanik Şifa Uygulamaları, Kundalini Uyanışı, Gong Sesi Terapisi, Melek Terapisi, Nefes Terapisi, Şifa Uygulamaları gibi farklı deneyimlerle devam etti. Herbirinin de hem ruhumda, hem zihnimde, hem bedenimde bir rahatlama yarattığını söylemem gerek. Gevşemeye şiddetle ihtiyacım vardı ve tüm bu uygulamalar bana çok iyi geliyordu. En azından bir süre için hafiflememe yardım ediyordu. Tüm bu uygulamalarda bana yardım eden uygulayıcılara şükranlarımı sunuyorum.

Ama birşeyler yerine oturmuyordu..Spiritüel yöndeki arayışım, acaba bu dünyada halledemediğim konulardan  bir kaçış mıydı? Kendimi spiritüel gelişime adayıp, gerçek hayatta sağlamam gereken gelişimi ertelemek belki de işime geliyordu.Kendi eksikliklerimi görmemek için güzel bir kılıfa dönüşmüştü. Mutsuzluklar ve tatminsizliklerden ibaret, kocaman bir boşluk içinde savruluyormuş gibi hissediyordum kendimi. Mutsuzluk sanki bana yapışmış, yakamı bırakmıyordu. Belki de asıl yapmam gereken şey; kuma gömdüğüm kafamı çıkarıp etrafa bakmak, kendimi varolan özelliklerimle geliştirmek ve farkındalığımı artırmaktı. Ben de öyle yaptım. Kişisel gelişime yoğunlaştım. Bu konuda okumalar yapmaya başladım ve farklı eğitimler aldım. Kişisel gelişimin benim için hala devam eden bir süreç olduğunu söylemem gerek. Profesyonel Koçluk ve Bilişsel Davranışçı Koçluk Eğitimleri sonucunda koçluk yapabilir hale geldim. NLP eğitimi aldım ve uygulayıcı olarak sertifikaya sahibim. Asıl işim iletişim olduğu için, mesleki bilgilerime yeni öğrendiğim metodları ekleyerek bu konuda insanlara yardımcı olmaya başladım. İletişim Danışmanlığı ve Koçluk olarak adlandırıyorum yaptığım işi.

Kendimi geliştirme sürecinin yanında, ruhumun varlığını önemsiyor ve onun da iyileşmek için arayışlarını farkediyordum. Bir yandan da Aile Konstelasyonu Eğitim Grubu’nda çalışmalara katıldım. Nesiller boyu etkisini sürdürebilen aile travmaları bugüne nasıl taşınıyor? Aile hikayelerinde bugüne dek hiç konuşulmamış hassas konular nasıl olup da yeni nesillere aktarılıyor? Hiç anlam veremediğimiz aile içindeki garip dinamiklerin altında ne yatıyor? Buna benzer başlıklar altında insanların aile hikayelerine odaklandığımız çalışmalar hayatımda farklı bir pencere açtı. Bu çalışmalardaki amaç; kişinin taşıdığı olumsuzlukların sebebini bulmak ve sistemindeki tıkanıklığı şifalandırmak. Bir sistemde enerji tıkandığı zaman, sistem bu konuyu defalarca o sistemdeki bireylerin önüne çıkarmaya devam ediyor. Görmezden geldiğimiz ve kaçtığımız konular, birgün mutlaka çözümlenmek üzere karşımıza çıkıyor. Sistemde bir bireyin hakkı yenmişse, onun yaşamı onurlandırılmamışsa, ölümü unutulmuş, aile içinde bir daha hiç bahsedilmemişse, mutlaka sistem bu konuyu getirip ortaya koyuyor. İşte anlattığım bu eğitim çalışmalarında, aile öyküleri üzerinden kişisel çözümlemeler yapılıyor. Her seferinde şaşırtıcı deneyimler yaşanıyor. Gerçek anlamda şifalanan kişiler ve ilişkiler olduğunu görmekle kalmayıp bizzat yaşadım.

İnsan dediğimiz kapalı kutunun gizemi beni adeta içine çekiyor. Birine bakıp, onun hakkında varsayımlarda bulunmak giderek zorlaşıyor benim için. İnsan denen varlık, hem bir yanıyla ürkütüyor, hem de peşinden gitmem için adeta beni çağırıyor. Herbirimiz sistemler içinde yer alıyoruz ve aslında sistem bizi yönetiyor. Mikro ölçekte de, makro ölçekte de aynı. Aile dediğimiz sistemden, toplum düzenine ve daha büyük planda insanlık dediğimiz bütünün parçası olarak, hep bir sisteme bağlıyız. Sistemi kurgulayan da Yaradan…Bu konudaki bilgeliğini cömertçe paylaşan sevgili Göksel Karabayır’a gönülden teşekkür ederim. Kendisinden öğrendiklerim gerçekten paha biçilmez değerde.

İnsanın muktedir bir varlık mı, yoksa çaresiz bir yaratık mı olduğu sorusu, kafamı iyice bulandırdığı bir dönemde tanıştım tasavvufla. Yeni Çağ arayışlarından bir anlamda sıtkım sıyrılmıştı. Dediğim gibi, bazı uygulamalar bir süreliğine insana iyi geliyor. Ama sonra “ortada bırakılmış” gibi hissetmeye başladım kendimi. O dönemde okuduğum kitaplarda, “Manevi arayışta kişiyi yönlendiren biri olmalı” türünden cümleler sıklıkla karşımaya çıkmaya başladı. Bana bu anlamda yol gösteren biri olmamıştı. Gidip birilerinden icazet alma fikrine oldum olası mesafeli biri olduğum için, böyle bir ihtiyaç duymamıştım. Ama geldiğim noktada birilerinin yol göstermesine ihtiyacım vardı. Kelimenin tam anlamıyla tıkanmıştım. Kitapçılarda “kısmetim”i arıyordum ama elimi attığım kitaplar, hep malumun tekrarı gibi geliyordu bana. Karşıma Allah tarafından birinin çıkarılmasını bekliyordum. Ama beni yanıltmayacak, gerçek anlamda bir “gönül dostu” olmalıydı.