Birini gerçekten çok umursadın, her anında onu düşünüp, yanında olmadığı halde onunla yaşadın mı?
Peki öylesine “büyük” yaşarken duygularını, onu umursamadığın gerekçesiyle uzakta tutulduğun oldu mu?
Ondan haber almak isterken, onu çok merak ederken, onu ihmal ettiğini düşündü mü biri?…
Gerekçelerini anlayamadığın anlar olur bazen. Kendini bir durumun içinde bulursun ve anlayamazsın ne olup bittiğini. Kendini en tutarlı bulduğun bir zamanda, bir çeşit cezaya çarptırılırsın da , ne suç işlediğini bilemezsin. Biraz yorgun, biraz küskün ama çokça şaşkın, öylece kalakalırsın. O ana geri dönüşlerle tekrar tekrar meseleyi oynatsan da zihninde, yine de bir yere varamazsın. Bir başkasının gözlerinden bakıp kendini suçlu çıkarmaya çalışsan bile, vicdanın beklemediğin bir anda duruma el koyar. Hal böyle olunca, hüküm verip ayağının altından sehpayı çekemezsin. Kendinden kendine suçsuzluğun ispatlanınca da, dönüp birine “Beni affet” diyemezsin…
Çok kötüdür herşeyin bittiğini söyleyememek. “Hiç umurumda olmadın…”, “Hiç kalbim çarpmadı…”, “Varlığından mutlu olmadım…”, “Yokluğun benden bir şey eksiltmiyor…“ diyemezsin. Kendi kendine yalan söyleyemezsin… Çok büyük bir yüktür, birini düşünürken söyleyememek. Süresizce o yükü taşımak ihtimali ürpertir içini. İçinde sessiz haykırışlarla bakarsın, öylesine “ortaya söylenmiş gibi” yazılmış sözlere. Direkt muhatap alınmadığın durumlarda cevap hakkı doğmuyor ya, öylece susup kalırsın. Kalpte bir isyan başlar , yine sessizce bastırırsın. Oysa geçebilsen karşısına şöyle demeyi tercih ederdin : “Gerçekten gittiysen benden, bunu şimdi gözlerime bak ve söyle”… Böyle demek istersin. Ruhunun en derininde oluşur bu talep, seni bu ızdıraptan kurtarmak ümidiyle. Sen gidememişsen, diğerinin gitmiş olması bazı şeyleri kökünden halledeceğinden, son çare bu talebe sarılırsın
İnsan bir davadan dönecekse, o davanın diğer tarafındakine en direkt sözlerle demeli, “Ben gittim” diye. Kimin haklı, kimin haksız, kimin davalı, kimin davacı olduğu anlaşılamayan bir durumda susup, ortada kalan boşluğu büyütmeyi seçmek niye?… Herkes haklı, herkes haksız, herkes davalı, herkes davacı iken, en son söylenecek söz en başta söylendi diye, bütün sözleri geçersiz kılmak niye?
Belki de karmaşık bir noktadan hareketle, nereye gideceği belli olmayan bir sefere çıkmış olma ihtimalidir noktayı koyduran. Çoğu zaman içimizdeki korkulardır, rengarenk hayallerin üstünü koyu gri bir dumanla kaplayan. İçinde birşeyler ansızın kırılır, çaresiz kalır boyun eğersin. Elin kolun bağlanır, dilin lal olur, adım atamazsın istesen de. Mücadele etmek isterken, içinde kırılgan, incinmiş ve küskün bir parça seni senden alıkoyar. Yalnızca onunla kalman için hiç konuşmadan baskı kurar. İçindeki çocuk ansızın seni elinden tutar, saklı bir odaya götürür. Üstüne sıkı sıkı kapıyı kapar, karşı koyamazsın. Aslında orada olmak istemezsin ama çıkıp gidemezsin. Birinin gelip o kapıyı çalması umuduyla beklersin. Bir yanın umut, bir yanın korkudur. Bir taraftan kalbinde tatlı bir sevinçle kavuşma umudunu besler, diğer taraftan bundan sonra nasıl hayatta kalacağını sorarsın kendine. Olduğun yerde sallanır durursun, ne zihnin ne kalbin huzur bulur. Öylesine Araf’ta kendi haline bakar durursun. Hayal kuramamak cezasına çarptırılıp, bir süre sonra umuttan da olursun.
Çok kötüdür her şeyin bittiğini söyleyememek. Elini kalbine koyup da “Senden gittim” diyememek…
2.2. 2020 İstanbul
“Dillerin konuşması, kalplerin helak olmasındandır”… Hallac-ı Mansur