Farklı hayatlar sürmüş, hala da sürüyor gibiyim tek bir ömürde. Maltepe’deki evde ağabeyi ile camdan bakan küçük kız.. Kolejli ergen.. Hayata tutunmaya çalışan acemi.. Evli genç kadın.. Boşanmış anne.. Ergen annesi.. Sorunlar karşısında çaresiz insan… Bugün tüm bu fotoğraflara bakan ben, hepsini çok tanıdık, bir o kadar da yabancı buluyorum. O her bir evredeki kişi nasıl olup da aynı benlikte yaşayabiliyor? En altta ihtiyaçlarla ve bunların giderilmesi ile ilgilenen “ben”, sonra kimlik bunalımları, daha sonra sevgi arayışları, hayatta varolma çabaları ve ebeveynliğin sorumluluğunda çırpınışlarla, nasıl olur da hepsini tek başıma yaşamış olabilirim? Nasıl yani!?…

“Ben” olmak meğer ne zormuş… Ne bitmez bir devinim, ne zorlu bir evrilmeymiş. Bir tek ömürde bu kadar faz yaşamak normal mi? Sayısız başlangıç ve bitiş arasında hiç durmadan hareket etmek, ne delice görünüyor. Yumurtadan çıkan bir civcivin tavuk olma serüveni ile karşılaştırılınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gibi duruyor. Bir de bunlar olurken, farklı insanlarla değişik evrelerde başka başka serüvenler yaşamış olma gibi tuhaf bir durum var. Her birinde başka bir kadın varmış da, niyeyse benim bedenimi ve ismimi taşıyormuş gibi. Bir tefrika roman misali. Her yeni macerada muzip yazarımız onu farklı bir duruma sokuyor, zorlandıkça da içten içe garip bir zevk duyuyormuş gibi. Her türlü koşula, yazılanlar gereği uymak zorunda kalan kahramanımız da, mecburen türlü türlü maceralara atılıyor. Kah üzülüyor , kah seviniyor gibi… Uzaktan bakınca bana öyle görünüyor. Keşke hep uzaktan bakabilseydim…

Şimdi işin ilginç yanına geliyorum. Bir de sanki tüm bu olanlar, onun seçimi ile olmuş gibi bir sürü olumsuzluktan sorumlu tutuluyor. Çok tuhaf! Bir de zavallıcık kendini temize çıkarmak, eski hatalarını telafi etmek için habire çırpınıyor. Daha iyi biri olmak, sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmek, kendi ayakları üzerinde durabilmek, kimseyi hayal kırıklığına uğratmamak, örnek biri gibi gösterilmek için çabalayıp duruyor.

İnsanın kendini büyütmesi çok zor. Anne de sen, baba da sen, ağabey veya abla da sen, kardeş veya çocuk da sen. Ara sıra roller değişse de, temelde bu karşıtlık sürüp gidiyor. Kendinin velisi olmak çok acaip. Bir yetişkin ile çocuk ilişkisini kendi içinde sürdürmek sahiden çok yıpratıcı…

Kendi içimde sürüp giden kavgayı biraz daha açmam gerekiyor sanırım. Kendimi tanımaya başladığım günden bu yana, içimdeki “ağır abla” ile “uçarı kızın” çatışmasına tanık oluyorum ve bazen çok fena kapışıyorlar. “Uçarı kız”ı dizginlemeyi kendine görev edinmiş “ağır abla”, aslında hep doğru bildiklerini yapmaya çalışırken, aslında en büyük yanlışları yapmış biri.  Ama gel gör ki, ona bunu kabul ettirmek çok zor. “Ben ne yaptıysam hep senin iyilin için…” diye kendi haklılığını savunuyor. “Uçarı kız” sürekli sevgi ve ilgi görmek istediğinden daima yeni maceralar peşinde. Bir o çekiyor, bir öteki. Bir ileri, bir geri.. Biraz onun dedikleri, biraz ötekininki.. Hiç uzlaşma sağlanamıyor, bu çekişme böyle sürüp gidiyor. Bunları yazarken bile uçarı kız bağırıyor: “ Yeter beni dizginlediğiniz, tutamazsınız artık beni zorla!”… Asi, hırçın, huysuz ama kabul edeyim ki, bir o kadar da eğlenceli ve çekici. Tutturdu mu cazibesine dayanılmaz. Her seferinde duvara toslayacağını bile bile dolu dizgin gider aşkın üzerine. Her seferinde ağzı yanar ama sonra unutup yine içer kana kana..Kırılıp dökülse de, kalp yerlerde sürünse de, yine de uslanmaz. Unutur unutmaz acıları, yine aynı ateşe dalar…

Şimdi bu “uçarı kız”ı biraz daha yakından tanıyalım. Biraz onu anlamaya çalışalım…

Yaradan’a olan hasretinin verdiği susuzluktan mı bilinmez, aşkı arar bıkmadan. Bedende değilse de, ruhta aşkın sarhoşluğunu yaşar durup dururken. Bazen bir surete takılır gözü, “Acaba..?” der ama fikri kısa bir süre sonra geçer. Fikri geçer de, ruhtaki esrime geçmez. Gözünü kapar ve aşka dalar. Akar ummanlarda gönül. Kalp hep bir benzerini arar. Bu özlemle takılır beden gözü dışarıdaki suretlere. Hapsolduğu tende başka çaresi var mı ki?

Asıl özlem özde. Artık tamamlanmak vakti gelmiştir belki de. Tüm fazları yaşayıp en başa dönmek var kaderde. Daireyi tamamlamaya az kaldıysa eğer, beklemez o zaman ödevler.  Ard arda gelir, sormaz senin uygunluğunu.

Kolayını seçip geçebileceğin derslerden değildir çoğu… Ama razı geleceksin, çaresizsin… Yalnız yürüyeceksin. Herkesin yolu ayrı… En yakınında duranlar bile, eğer onlara bu konuda görev verilmemişse, öylece durup bakacaklar çaresizliğine. Tamamlanma yakınsa, ödevleri vermek için istekli olacaksın. İçinden geçmen gereken önemli fazlar olacak. Fazları bir kez sen tamamlayacaksın. Ama bu çok uzun ve zahmetli bir yolculuk olacak. Sonra o fazlar, sana Yaradan’dan gelen özel lütufla, tekrar yaşatılacak. Bu kez senin eksik veya kusurlu bırakmış olduğun şeyler tamamlanmış olacak ve gayretine karşılık eğer nasibin ise sana iade edilecek. Yaradan’ın işleyişinde kusur veya eksiklik yoktur… Eksiklik ve kusur ancak senin sınırlı idrakinde olabilir ki, aslında o da yoktur. Gördüğün bu rüyada her şey olması gereken en mükemmel halinde sana sunuluyor. Yaşanan her şeyde O’nun mükemmel tasarımını gör…! Bu mükemmel sunuşu idrak et …! Teslim ol, aç kalbini… Sen bir tek şeyi, kendin sandığın o “ben”i teslim edersen, her şey sana sınırsızca sunulacak. Ama sen kendi aklınla ilerlemek istersen, ikilik, zorluk, çözümsüzlük karşına dikilecek.

Varoluşa uyumlan… Yaradan’a güven , teslim ol… ! Yoluna çıkana şükret… Var olmuş olmak bir lütuf… Bunu idrak et…! Allah seni seçmiş, senden yana takdirini kullanmış. Sen nasıl olup bitene sitem ediyorsun…?

Şükür ve teslimiyet.. Elimizden gelen bu olmalı…

Şimdi söyleyin bakalım. Siz kimden yanasınız? “Ağır abla”dan mı, “Uçarı kız”dan yana mı…?